Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye rejimine karşı atılacak adımları yarınki grup toplantısında açıklayacak.

Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Yaşayan İnsan Hazineleri Ödül Töreni”nde konuşan Erdoğan, İdlib’deki gelişmelere ve rejim saldırılarına değindi.

“Gerekli karşı cevapları en üst düzeyde Suriye tarafına verdik” diyen Erdğan, “Ciddi manada orada, özellikle de İdlib’de misliyle belalarını buldular ama yetmez, daha devam edecek. Çünkü bunlar bizim Mehmetlerimize saldırdıkça bedelini çok ama çok ağır ödeyecekler ve bu adımları da yarın kamuoyu ile paylaşacağım” ifadelerini kullandı.

Erdoğan’ın konuşmasından öne çıkan diğer başlıklar şöyle:

“Bir dönem çağdaşlaşma adına milletin ruh kökü ile bağını koparmaya yönelik pek çok girişim yaşandı. Tabiri caizse bir kültürel soykırım yaşadık. Tek parti yıllarında kültür hayatımızı esir alan anlayış çağdışı yaftası vurduğu kadim değerlerimizi bu topraklardan söküp atmak için her yolu denedi. Musikiden mimariye, edebiyatımızdan geleneksel sanatlarımıza kadar bizi köklerimize bağlayan ne varsa dışlandı, görmezden gelindi, izleri silinmeye çalışıldı. Milletin değerlerini, milletin zevk ve kültürünü gerilik emaresi olarak gören bu kültürel faşizm en büyük darbeyi Türkiye’nin kültür ve sanat hayatına vurdu.

Türkiye’de uzun yıllar sinemadan tiyatroya birçok alanda başarıdan, kaliteden veya estetikten ziyade ideolojik aidiyet ödüllendirildi. Sanatçılar ortaya koydukları ürünlerden daha çok siyasi görüşlerine göre baştacı edilmiş ya da yok sayılmıştır. Çoğu zaman hiçbir sanat değeri olmayan eserler yüceltilirken milletin bağrından çıkmış sanatçıların özgün eserleri kasıtlı bir şekilde geri plana itilmiştir.

Türk müziğinin ‘alaturka müzik’ denilerek yasaklandığı, afedersiniz ‘Türkülerimiz tezek kokuyor’ denilerek tahkir edildiği tuhaf dönemler yaşadık. Mesela ülkemizin yetiştirdiği en büyük halk ozanlarından Neşet Ertaş en verimli dönemlerinde kadri, kıymeti layıkıyla bilinmeyen elitist sanat anlayışının kurbanı olmuş hazinelerimizden bir tanesidir. Aşık Veysel de öyle değil miydi? Aşık Veysel’i Ankara’ya sokmadılar. Niye? Bu yönüyle. Kendisi imkansızlıktan, yokluk ve yoksulluktan dolayı tam 25 sene boyunca gurbette yaşamak mecburiyetinde kalmıştır. Aşık Veysel gibi büyük bir usta, dönemin Ankara Valisi tarafından kılık kıyafetinden dolayı şehrin merkezine alınmamıştır.

Edebiyatımızın burçlarından merhum Necip Fazıl, boynunda mahkumiyet kararıyla bu dünyadan ebedi aleme göç etmiştir. İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’in cenazesini Beyazıt Camii’nden devlet erkanı değil bu ülkenin vefalı gençleri kaldırmıştır. Nazım Hikmet’i 12 yıl hapiste çürütenler, Sabahattin Ali’yi katledenler de yine tek parti döneminin jakobenleridir. Batı karşısında kompleksli, kendi insanına küstah, kendi değerlerine karşı düşman bu zihniyet Türkiye’nin kültür, sanat ve toplum hayatında onarılmaz yaralar açmıştır. Ne zaman ülkemiz bu zihniyetin esaretinden kurtuldu işte o zaman halkın sanatçıları hak ettikleri ilgiyi, desteği ve hürmeti görmeye başladı.

Son 17 yıldır kültür sanat hayatının zenginleşmesinin, daha renkli, daha özgün bir karaktere bürünmesinin gerisinde yatan sebep yaşanan bu değişimdir. Türkiye sadece siyasette, ekonomide, savunmada değil kültür, sanat ve edebiyat alanında da vesayet zincirlerini artık kırmıştır. Şiirleri, kitapları, müzikleri yasaklayan bir ülkeden şairleri, edebiyatçıları arasında ayrım yapmayan, sanatçılarını ötekileştirmeyen, asırlara sari zengin kültür mirasına sahip çıkan yepyeni bir Türkiye’ye kavuştuk. İnşallah bir daha asla milletimizin üzerine vesayet gölgesini düşürmeyecek, kuşatıcı, kucaklayıcı tavrımızı devam ettireceğiz.

Mevlana’dan Yunus’a, Fuzuli’den Şeyh Galib’e, Osman Hamdi Bey’den İbrahim Çallı’ya ve Fikret Mualla’ya kadar tefekkürle, tezekkürle, incelikle yoğrulmuş bir medeniyetin mensuplarıyız. Bize zengin bir kültür mirası bırakan bu değerlerimizin her biri milletimizi millet kılan kültür köprüsünün olmazsa olmaz birer parçasıdır.

Türkiye’nin farklı köşelerinde kendi çabalarıyla kadim mirası devam ettiren, geleneksel sanatlara gönül vermiş sayısız hüner sahibi insan yaşıyor. Ancak teknoloji ile beraber diğer birçok alanda olduğu gibi geleneksel sanat dallarında da ciddi sınamalarla karşı karşıyayız. Üstat ve ustalarımızın pek çoğunun sanatlarını devam ettirecek talebe ve çırak bulmakta zorlandıklarını görüyoruz. Bu sebeple unutulan veya devam ettirilemeyen her bir sanat köklerimiz ile bağımızı kuran bir halkanın kopması, milli hafızamızdan bir sayfanın eksilmesi demektir. Elbette devlet olarak biz bu konuda büyük bir hassasiyet gösteriyoruz.”

NTV